Pound’la Hem Zinde Kalın, Hem de Ritm Tutun!

Merhabalar… Umarım bayram tatiliniz iyi geçmiştir ve güzelce dinlenebilmişsinizdir. Ben bayram tatilini fırsat bilerek İskoçya’ya gittim. Onu da bilahere yazacağım. Ama önce geçtiğimiz hafta bir akşam iş çıkışı gittiğim Pound dersini anlatmak istiyorum. Pound ne mi? Kardiyo ağırlıklı, yeni bir spor dalı! Londra’nın Victoria semtinde Gymbox spor salonunun yeni şubesinin açılması şerefine egzersizi ücret ödemeden yapabildik. Cardinal Place adlı alışveriş merkezinde ısınmak için “getto zumba” ile başladığımız çalışma, 45 dakika sürdü.

IMG_5123

Isınıyoruz…

Pound, ABD-California’da yaşayan ve davul çalmayı seven iki kadın arkadaşın, Kirsten Potenza ve Cristina Peerenboom’un icat ettiği bir egzersiz türü. “Ripstix” denen, yeşil plastik davulcu bagetleriyle yapılıyor. Bel bölgesinin tümü başta olmak üzere, bütün vücudunuzu çalıştırıyor. Pilates hareketlerine de yer veriyor. Yerde yapılan ve ayaklarınızı havaya kaldırmanız gereken egzersizler sayılmazsa, Pound genel olarak zor değil. En güzeli de egzersizi yaparken bir davulcu edasıyla ritm tutabilmeniz 🙂 Ama zumba kadar dans ağırlıklı olmadığı için, bana o kadar da cazip gelmedi. Para verip egzersiz yapacaksam yine zumbayı tercih ederim yani. Ama daha çok kardiyo çalışması yapmak isteyenler için uygun bir dal.

Merak edenler için Ripstix bagetleri…

IMG_5124

Pound’un en zor anı, yerde oturup ayaklarınızı kaldırarak yaptığınız bu hızlı hareketti. En sağdaki bendeniz, gruba ayak uydurmaya çalışırken 🙂

Hızımızı almışken...

Hızımızı almışken…

Egzersiz sonrasında grupça hatıra fotoğrafı çektirdik ve bedava Sibberi sularımızı aldık. Bu huş ağacının özünden elde edilen, tamamen doğal bir su çeşidiymiş. Çok sağlıklıymış. Millet de artık doğal “süper içecek” konusunda iyice şaşırdı. Önce taze sıkma meyve suları, sonra smoothie’ler ve şimdi de bu. Ama tadı o kadar kötü ki! Doğal kaynak suyu neyinize yetmiyor da eski köye yeni adet getiriyorsunuz diyesim geldi. Aman diyeyim, Sibberi marka su içmeyin, içirmeyin! 🙂 Neyse ki Wagamama sağ olsun, çıkışta ücretsiz smoothie verdi de ağzımdaki pas tadı biraz silindi. 🙂

Yolu düşen arkadaşlar, 11 Ekim’e kadar devam edecek olan Create Victoria etkinliklerini #insideoutvictoria etiketiyle Twitter ve Facebook’ta da  takip edebilirler. Sadece spor değil, çikolata tadımı, çiçekçilik atölyesi, yoga dersi, örgü atölyesi, film gösterimi, baristalık atölyesi, çizim dersi gibi etkinlikler de var. Üstelik bazıları ücretsiz!

Pound dersini denemek isteyenler ise, halihazırda Londra’nın çeşitli semtlerinde faaliyet gösteren Gymbox’un Aralık ayında 123 Victoria Street adresinde (bodrum katta) açılacak olan yeni şubesine gidebilirler. Gymbox canlı DJ’lerin çaldığı, hareketli ve özgün spor derslerinin olduğu bir spor salonu. Anladığım kadarıyla gece kulübü havasında. Verilen derslere şuradan göz atabilirsiniz. Bana bloglarına yazı yazmam karşılığında ücretsiz bir ders daha teklif ettiler. En ilginç derslerini seçip, deneyecek, sonra da sizler için yazacağım. Hizmette sınır yok 🙂 Hepinize bol sporlu ve sağlıklı günler!

IMG_5415

Inside Out Victoria’nın afişi…

ASKIDA KAHVE UYGULAMASI İLE ÜCRETSİZ KAHVE ALABİLİYORSUNUZ

Yazım Kahve Keyfi blogunda yayımlandı! Teşekkürler İnci Yalçın 🙂

KAHVE KEYFİ

Sizlerden gelen kahve ile ilgili yazıları burada yayınlayacağımızı, konuk yazar olabileceğinizi “konuk yazar” başlığımızdan daha önce duyurmuştuk. Bu hafta takipçilerimizden Filiz Taylan Yüzak hanımefendi bizler için çok güzel bir yazı hazırlamış. Benim daha önce duymadığım bir uygulamayı ve bunu takiben çok hoş bir hikayeyi kaleme almış. Kendisine teşekkür ederiz bu güzel yazı için..

free-coffee-board

Black Sheep (Kara Koyun) Coffee adlı Londra kafesi, müşterilerinin kendilerine alırken evsizlere de kahve alabilmesini sağlayacak bir sistem geliştirdi. Müşteriler, evsizler için de sıcak içecek almak istediği takdirde bunu kafedeki kara tahtaya bir etiket yapıştırarak gösteriyor ve onun da parasını ödüyor. Evsizler de tahtadaki etiketi çıkarıp kasaya götürerek ücretsiz içeceklerini alıyor. Böylece kahve içme bahanesiyle hayır işlemiş oluyorsunuz. Aslında bu özünde İtalya’daki “askıda kahve” uygulamasının aynısı. Böylece İtalyanlar kendilerine kahve alırken bir kahve de “askıya asarak” tanımadıkları yoksul kişilere veya öğrencilere kahve ısmarlamış oluyorlar.

Black Sheep’in, finans merkezi City’deki Aldgate East ve yine merkezde bulunan Charlotte Street’te…

View original post 380 kelime daha

Avokadoyla Nasıl Barıştım?

Ne zamandır yazamadım yine… Ama geçerli nedenlerim vardı. Öncelikle üyesi olduğum koronun (Some Voices) konserleri bitti. Konser haftasında her gece yoğun provalarla geçti. Daha sonra ise çifte vatandaşlık ve pasaport başvurularıyla uğraştım. Bunların hepsini ayrı ayrı yazılarda daha detaylı anlatırım. Bir yandan İngiliz ehliyeti almak için pratik dersi alıyorum. İş dışında akşamları tüm boş vaktim bu saydıklarımla geçiyor. Tabii blog da böylece havasını alıyor maalesef 🙂 Ama kısa da olsa bir selam vereyim dedim bugün sizlere.

ABD menşeli bir blogda gördüğüm ‘kahvaltı salatasından’ bahsetmek istiyorum. Eylül ayını yarıladığımıza işaret eden bir günün sabahında, kahvaltıda hep aynı şeyleri yemekten bıktıysanız, ama yaza da son bir selam çakmak istiyorsanız, bu salatadan hoşlanabilirsiniz. Olay aslında domates, biber gibi kahvaltıda yediğimiz, evde hep olan veya salataya hep koyduğunuz malzemelerden  (belki zeytin, salatalık, turp, mısır, havuç, biber, peynir, taze ıspanak yaprağı) salata yapıp üstüne rafadan yumurta kırmaktan ibaret. Ben burada son dönemde pek bir moda olan ve sağlık gurularının baş tacı ettiği avokadoyu da ekledim. İş arkadaşlarımdan bazıları avokadoyu çok seviyorlar, öyle ki tek başına bile yiyorlarmış. Ben de daha önce yediğim hazır salatalarda avokadoyu denemiş, fazla yağlı ve kaymaksı (ama tuzsuz) bulmuştum. Tadına o kadar da bayılmıyorum yani. Ama şöyle yararlıymış, böyle şifalıymış madem, bir şans daha vereyim dedim 🙂

Faydaları ne miymiş? Avokado, kabızlığa karşı etkiliymiş. Bağışıklık sistemini güçlendirirmiş. Kalp ve damar hastalıkları için en iyi doğal ilaçmış. Yaşlanma sürecini yavaşlatarak hastalıkları önlemede önemli rol oynarmış. İçinde bulunan protein, mineral ve vitaminler küçük çocukların ve gebelerin dengeli ve sağlıklı beslenmelerinde çok gerekli olan maddelermiş. Ayrıca, vücudun karbonhidrat, protein ve yağ metabolizmasında düzenleyici olarak görev yaparmış.

Ben daha kolay bulduğum için rafadan yerine sahanda yumurta kırdım salatanın üzerine. Üstüne de biraz peynir serptim. Ortaya şöyle bir şey çıktı:

Fotoğraf: Filiz Taylan Yüzak

Hem sağlıklı, hem lezzetli, hem de doyurucu oldu. Yiyince bayağı uzun süre acıkmadım. Bu kahvaltı salatasının en güzel, pratik tarafı da evde ne varsa içine ondan koyabilecek olmanız. Böylece buzdolabının kenarında köşesinde kalmış ne varsa değerlendirmiş de oluyorsunuz. Güne güçlü bir başlangıç için birebir. Herkese afiyet olsun! 🙂

Meraklısına Çeşme Cep Rehberi

Efendiiim, “Çeşme Vakti Geldii, Ahalii!” başlıklı yazımın devamı niteliğinde, Çeşme‘de benim sevdiklerimin listesi aşağıda. Buyrun tepe tepe kullanın! 🙂

Gidilebilecek plajlar:

Sıcacık suyu olan, Maldivler mavisi ama dalgalı deniz sevenlere Ilıca Halk Plajı (giriş bedava, duş 2 tl, kendi şemsiye ve sandalyelerinizi götürebilirsiniz, ama kiralanacak şezlong-şemsiye de var) Burada içine ılıca suyu akan noktayı bulun ve orda durun 🙂 Çeşmeli arkadaşım Ayşe Kongur sağ olsun söyledi, buranın adı Yıldızburnu imiş. Sabah erken saatlerde Ilıca çarşaf gibi, daha bir şahane oluyor. Üstelik kumluk. Tam bana göre!

57530-ilica-fotograf-1

Ilıca Plajı…

Çok berrak, kumluk, ama suyu çivi gibi soğuk deniz sevenlere Altınkum (maalesef Okan’ın yeri kapanmış, Fun Beach’i de hiç ama hiç beğenmedik. Nedenleri aşağıda. Fly Inn’i deneyebilirsiniz. Ben gidemedim ama övülüyor. Buranın içinde Tektekçi bar ve 16 yaşından küçüklerin alınmadığı Bej de var.)

Altınkum panoraması (Fotoğraf: Özgür Yüzak)

Altınkum panoraması (Fotoğraf: Özgür Yüzak)

Altınkum, bir de suyu soğuk olmayaydı iyiydi (Fotoğraf: Özgür Yüzak)

Muhteşem Altınkum, bir de suyu soğuk olmayaydı iyiydi (Fotoğraf: Özgür Yüzak)

Fun Beach’i neden mi beğenmedik? Üç kişi tam 150 TL giriş parası almayı bildiler, ama 70’lerden kalma dandik, eski püskü, bir de üstüne yarısı yok olmuş şemsiyeyi bize reva gördüler. Hem de üç kişi gölgede kalmak istediğimizi söylememize rağmen! Boş yerler de doluydu. Orası rezerve, burası rezerve… Yalan çoğu bence. Sonuçta tabii ki güneşte yanıp haşlama olduk. Wi-fi kodu yok. Garsonlar ilgisiz. Kendilerine teessüflerimi bildiriyorum.

IMG_1764

Fun Beach’in ihmalkarlığının kanıtı olan, yarım şemsiye… Hiç yakıştıramadım! (Fotoğraf: Filiz Taylan Yüzak)

Fun Beach’in tek güzel yanı, denizdeki şişme oyuncaklardı. Ama tepelerine çıkabilene aşkolsun!

Fun Beach'teki deniz oyuncakları... Öyle kolay göründüğüne bakmayın, çıkması gayet zor! (Fotoğraf: Filiz Taylan Yüzak)

Fun Beach’teki deniz oyuncakları… Öyle kolay göründüğüne bakmayın, üstüne çıkması gayet zor! (Fotoğraf: Filiz Taylan Yüzak)

Kumluk bölümleri olan, ama iskeleden de denize girilebilen, sevdiğim bir diğer plaj meşhur Aya Yorgi Koyu. Burada birçok “beach club” var, ama biz Kafe Piyi (eski adıyla Sole Mare) beğendik. Wi-fi kodu burada da yoktu, ama şezlongların arkasında telefon şarj etmek için priz takmışlardı, etkilendim doğrusu 🙂 Giriş hafta içi 30 TL. Bence gayet makul. Zaten Çeşme‘de daha ucuz beach club’a rastlamadım. Bulan bana da söylesin 🙂 Güneşi hiç korunmadan, sünger gibi emmek isteyenler, deniz üstü fileleri süsleyen veya iskeledeki şemsiyesiz minderlerde güneşlenebilirler. Ayrıca arkada çimlik bir bölüm de mevcut. Biz yine klasik, deniz manzaralı ve şemsiyeli şezlongları seçtik yaşımız gereği 😛 Garsonlar kibar, güleryüzlü ve tatlı dilli. Izgara köfte yedik, çok lezzetliydi. Akşamüstü de içkinizi ve pareonuzu alıp bar bölümüne geçerseniz, günbatımına karşı dans edebilirsiniz. Çok keyifli oluyor. Burası koyun en sonunda (ya da en başında 🙂 olduğu için suyu Babylon’a göre daha temiz gibi göründü bize. Üstelik girişi oradan daha ucuz. Babylon’un yemeklerini de beğenmemiştim zaten.

solemare

Kafe Pi’nin plaj kısmı

Bebekli veya küçük çocuklu aileler için aynı koydaki Paparazzi‘yi önereceğim. Sessiz, sakin, kafa yormayan ama kaliteli müzikler çalan, yaş ortalamasının nispeten yüksek olduğu, kısacası “Çılgın Kalabalıktan Uzakta” bir yer. Neredeyse benle yaşıt bir müessese 🙂 İki yıldır gitmedim ama ondan önce düzenli olarak gidiyordum. Yemekleri de lezzetlidir. Kumluk bölümde rezervasyon yaptırırsanız çocuklarınız gözünüzün önünde güven içinde oynar, siz de yerinizden kalkmadan onları seyredebilirsiniz.

Paparazzi2

Paparazzi’nin kafa dinlemelik kumsalı…

Yine ailelerin tercih ettiği, yaş ortalaması yüksekçe bir yer de Dalyan’daki Ladin Otel. Burası üç yıldızlı bir tesis ve plajı dışarıdan gelenlere açık. Sezonluk indirim kartıyla giriş, hafta içi 10, hafta sonu 17.50 TL. Temiz tuvaletleri, güzel yemekleri (şakşuka, pide, köfte, hepsi süperdi, taze balık da var), harika bir manzaraya sahip. Yumuşak müzikler çalıyor. Garsonlar pek ortada olmasalar da tatlı ve efendi çocuklar. Ama bu çok önemli değil, şezlongların yakınındaki bara gidip istediğinizi ısmarlayabilirsiniz. Hatta bu rahatlık, belki sürekli bir şey yiyip içmeniz için başınıza dikilen bazı mekanların garsonlarından daha avantajlıdır. Denize iskeleden giriliyor. Deniz kestanelerine basmamak için kendinizi yere basmadan suya atmanızı öneririm. Çakıl ayakkabınız varsa daha iyi. Suyu Altınkum kadar berrak değil, ama deniz temiz.

Ladin Otel'in açıkhava lokantasından manzara... (Fotoğraf: Filiz Taylan Yüzak)

Ladin Otel’in açıkhava lokantasından manzara… (Fotoğraf: Filiz Taylan Yüzak)

Kaplıca: 

Hemen teyze miyim ben demeyin 🙂 Çok bana göre olduğu söylenemez ama şimdi havuz partileri moda! Denizden çıktıktan sonra akşam beş gibi bir kısım zengin, Paşalimanı’ndaki Aquente’ye gidiyor. Buraya giriş hafta sonu 50 TL. Bir de sadece nakit alıyorlar. Çeşme’deki kaplıcaların suyunun akıtıldığı, bir büyük, bir küçük olmak üzere iki adet sıcak havuz bulunuyor burada. Millet havuzun içinde yiyip içiyor, eğleniyor. Denizi pek matah değil ama iskelesi var. Bu sular sağlık için faydalı, üstelik havuz partisi için de çok uygun. Konsept olarak sıcak suda içki keyfi güzel. Ama mekanın işletmesini beğenmedik. İlgisiz garsonlar, pis tuvaletler. Müşteriler de kasıntı tipler… Onun yerine çok yakınındaki Şifne Termal Otel‘e gitmeyi tercih ederim. Giriş sadece 20 TL. Eski ve köhne görünümlü, tamam. Ama havuzun içindeyken yiyecek servisi yapılıyormuş işte. Soyunma odaları ve duşlar mevcut. Daha ne olsun!

Gidilebilecek lokantalar:

Çeşme’ye gelmişim akşam yemeğinde taze mezeler, zeytinyağlılar ve balık yemeyeceğim de ne yiyeceğim diyen benim gibiler için önerilerim aşağıda:

Taze balığı fahiş fiyatsız yemek istiyorsanız Ilıca’da bir apartmanın alt katında, (İlkim Otel yakınlarında) denizin üstünde bulunan Gözde balıkçısına gidiniz. Salaş ama yemekler nefis. Deniz üstünde masa istiyorsanız mutlaka rezervasyon yaptırın. Burada güneşi lezzetli mezelerle batırmak ve sonra rakı-balık yapmak çok keyifli oluyor. (Adres: Ilıca Mah., 5140 Sok. No:91, Ilıca-Çeşme) Rezervasyon için tel: 0232 723 3414

Yine denizdeki teknelere karşı taze balık yemek için Çeşme’nin küçük balıkçı köyü Dalyan, diğer adıyla Dalyanköy idealdir. Burada yan yana sıralanmış balıkçılardan en eskisi Cevat’ın Yeri olup, (Adres: Dalyan Mah. Liman Cad. No. 161, Dalyan-Çeşme), Körfez Restoran (Yine aynı cadde üzerinde, No. 151) veya Balıkçı Hasan‘ı da ( aynı cadde üzerinde, No. 2) tavsiye ederim.

Bütçesi daha da geniş olanlar pek bir övülen Ferdi Baba’ya filan gidebilirler. Ben gitmedim ama Çeşme’nin farklı yerlerinde üç şubesi var. İstanbulluların sevdiği söyleniyor. Biz geçen yıl Çiftlikköy’de deniz böceğiyle ünlü Can Baba ve Vedat Milor’un beş yıl önceki gözdelerinden Langusta’ya gitmiştik. Ama iki lokantadan da pek memnun kalmamıştık. Özellikle Langusta’nın sahibi ve yöneticisi, galiba aynı zamanda da aşçısı olan yaşlıca amca inanılmaz aksiydi. Üstelik bize istemediğimiz halde zorla ekstra yemek siparişi yaptırmaya filan kalkıştı. Böyle ısrarları hiç sevmem. Üstelik lokantası aşırı salaş olmasına rağmen fiyatları çok yüksekti. Deniz mahsulü (ıstakoz vs) deyince fiyatın biraz artması tabii kinormal, ama o zaman oraya da biraz yatırım yap, ortamı güzelleştir kardeşim, diye düşünüyor insan.

Balıktan gına geldi, değişiklik isteriz diyenler için Çeşme merkezde kale tarafından gelinirse yolun sağ başında kalan İmren Restoran naçizane önerim. Burası ev yemekleri ve ızgaralarıyla ünlü. Her gün 9 çeşit zeytinyağlı, 15 çeşit de etli yemek hazırlıyorlarmış. Papaz Yahnisi favori yemekleriymiş. Taş bahçesinde huzur içinde harika yemekler yiyebilirsiniz. Çok ucuz değil ama değiyor. (Adres: İnkilap Caddesi No. 6/A, Çeşme)

Hazır Çeşme’deyken İzmir’e has lezzetler olan kabak çiçeği dolması ve deniz börülcesini kaçırmayın derim. İlkini başka yerde bulmak zor, sonuncusunu ise İstanbul’da beceremiyorlar. Ev yemeği deyince Dalyanköy ve Alaçatı’da şubeleri bulunan Yusuf Usta’yı da bayağı övdüler, gidenlerin yalancısıyım.

Güzel öğle yemeği isteyenler için de tavsiyem Ilıca’daki Dost Pide. Buranın özellikle kıymalı pidesi popülermiş. Pidelerin özelliği odun fırınında hazırlanmasıymış. Zeytin odunu kıymalı pideye özel bir tat veriyormuş. Pidede kullanılan kıyma, en fazla 180 kiloluk süt danasından elde edilen etle hazırlanıyormuş. Mekanın TSE belgesi bile varmış. Vedat Milor ve Mehmet Yaşin’den de yüksek not almış nadir işletmelerdenmiş burası. (Adres: Şifne Caddesi No. 27. Ilıca, Çeşme)

Çeşme’nin pek çok yerinde şubesi bulunan Kırçiçeği‘nin pideleri de güzeldir. Önden taze roka ve yeşillik getiriyorlar. Sıcakta çok iyi gidiyor. Mönüde kebap falan da var ama ben o sıcakta yemedim. Servis hızlı ve garsonlar güleryüzlüdür. Burada dondurmalı irmik helvası da yapılıyor.

(Fotoğraf: Özgür Yüzak)

Şunların tazeliğine bakar mısınız? #nofilter (Fotoğraf: Özgür Yüzak)

(Fotoğraf: Özgür Yüzak)

Kırçiçeği’nin kebaplarından biri… Bir önceki gidişimizde hava serinleyince bir akşam yemiştik. (Fotoğraf: Özgür Yüzak)

Dondurmalı irmik helvası: kaşığı daldırmadan önce… (Fotoğraf: Filiz Taylan Yüzak)

Kaşığı daldırdıktan sonra :) (Fotoğraf: Filiz Taylan Yüzak)

Kaşığı daldırdıktan sonra 🙂 (Fotoğraf: Filiz Taylan Yüzak)

Çeşme Kalesi (Fotoğraf: Özgür Yüzak)

Çeşme Kalesi (Fotoğraf: Özgür Yüzak)

İzmir’in kumrusunu da yemeden dönmeyin tabii. En ünlü kumrucu Şevket’in Çeşme Marina ve Ilıca şubeleri son yıllarda kalitesini bozdu maalesef. Bu sefer şansımızı Kumrucu Hikmet’ten yana kullandık. Fena değildi. Ama asıl önerim Hürriyet’e de çıkmış, İstanbul-Beyoğlu şubesini çok beğendiğim (üniversitedeyken çok giderdik, kapanmış olabilir ama) Kumrucu Hüseyin olacak. Neden mi? Gazetenin Çeşme’nin en özel 10 lezzeti başlıklı haberine göre, “Çeşme’nin meşhur kumrusunun mucitlerinden Hüseyin Pekmen’e ait Kumrucu Hüseyin, Ilıca’da 1966’dan beri hizmet veriyor. 1950’lerde Amerikalı askerlere tercümanlık yaparken hamburgerle tanışan Hüseyin Pekmen, 1960’larda sandviç ekmeğinden nohut mayası, pekmez banyosu ve susamlarla kumruyu geliştirmiş.” Kumru kömür ateşinde hazırlanan, içinde salam, sucuk, turşu, domates ve özel peynir, ayrıca krem peynir bulunan bir sandviç türü. Epey doyurucu. Buranın Ilıca’da, Çeşme Sheraton’un karşısında da bir şubesi mevcutmuş. (Adres: 5065. Sk., Ilıca, Çeşme)

İzmir kumrusu (Fotoğraf: Özgür Yüzak)

İzmir kumrusu (Fotoğraf: Özgür Yüzak)

Alışveriş:

Çeşme’de alışveriş deyince ilk aklıma gelen şey, sakızlı ürünler. Ama ben bunlardan sadece sakız likörünü ve dondurmasını severim. Sakızlı Türk kahvesi gibi diğer sakızlı ürünler çok beni açmaz. Muhallebi ya da sütlaç türü tatlılar yapmayı seviyorsanız 1945’ten bu yana Çeşme Çarşısı’ndaki aynı dükkanında hizmet veren Rumeli Pastanesi‘nden sakız reçeli de alabilirsiniz. Buranın diğer reçelleri de çok lezzetlidir. Dondurma da yapıyorlar. Sakızlı dondurmalarını aileye ait Ovacık’taki 250 ağaçtan, katkısız ve doğal olarak olarak elde edilen sakızı kullanarak yapıyorlarmış. (Adres: İnkılap Caddesi No 46 Çeşme, bu sene Dalyan’da da bir şube açtılar.)

Mayo, bikini gibi şeyler alacaksanız Çeşme merkezde çarşının bitiminde (İnkılap Caddesi’nin kalenin ters yönünde sonunda) yer alan Mayo Cenneti‘ne gidin. Burada her fiyatta mayo var. Ayrıca işini bilen, konusunda uzman dükkan sahibi hanımdan tavsiye alabilirsiniz.

Hem yiyecek hem de giyecek için harika bir seçenek de yerel pazarlar. Özellikle Cumartesi günleri kurulan Alaçatı Pazarı‘nda Urla, Tire, İzmir, Milas’tan köylülerin getirdiği sebze ve meyvelerin yanı sıra kaliteli yazlık giysiler, ince elbiseler, şortlar ve bluzlar bulmanız mümkün. Buradaki giysiler gerçekten kaliteli. Ayrıca perdelikler, plaj eşyaları ve aksesuarlar da bulunuyormuş. Yazın 200 tezgahın açıldığı pazardan ünlüler de alışveriş yapıyormuş.

Eğer özel tasarım giysi, ev eşyası, hediyelik eşya almak istiyorsanız istikamet Alaçatı. Burada bulunan çok sayıda küçük butik ihtiyaçlarınıza cevap verecektir. Tabii butik deyince fiyat da artıyor, bilginize 🙂

Eğlence: 

Gece hayatına hakim değilim, onu baştan söyleyeyim. Bu konuda tabii ki bir Bodrum değildir sanırım, ama elbette Çeşme’nin de kulüpleri var. Zaten beach clubların hepsi gece club’a dönüşüyor. Ama hiçbirine gece gitmediğim için bu konuda tavsiye veremeyeceğim. Benim vereceğim tavsiyeler daha iddiasız, hatta ailelere ve orta yaş grubuna yönelik bile sayılabilir. Başlıkta da bu yüzden gece hayatı değil, eğlence dedim 🙂

Clublar dışında, ilk açıldığında gittiğim ve sessiz sakin yemek yiyen insanlardan başka bir şeyin olmadığı Alaçatı Port’u saymazsak, geceleri gitmek için sadece iki ana yer var. Bunlardan biri olan merkezdeki Çeşme Marina, estetik mimarisi ve dekorlarıyla göz dolduruyor. Burası mağazalara bakınmak, bir kafe-barda (tabii ki denize karşı! 🙂 ışıkları ve tekneleri seyrederek bir şeyler içmek için ideal. Fotoğraf çektirmek için de çok hoş bir yer. Tabii ki dolu lokanta da var burada, ama ben bu tip turistik yerlerde yemek yemekten hoşlanmıyorum. Çünkü fiyatlar aşırı yüksek oluyor ve yemek-hizmet kalitesi daha düşük olabiliyor. Ama bir içki için tek geçerim. Burada bulunan Hayal Kahvesi‘nde bu yıl Yaşar, Haluk Levent ve Kurtalan Ekspres, eğlenceli retro-funk takılan Necati ve Saykolar, Çelik gibi isimler canlı müzik yapıyor.

marina

Çeşme Marina’nın harika dekorlarından biri…

Diğer istikamet ise Alaçatı. Buradaki butiklerden alışveriş yapabilir, Veli Usta‘dan dondurmanızı yiyebilir (Ilıca’da da şubeleri var), Köşe Kahve’de (Adres: Tokoğlu Mah., Kemal Paşa Cad. 41/A, Alaçatı/Çeşme) gelip geçenleri izlerken bir şeyler içebilirsiniz.

Buradaki lokantaların kalitesi genelde Çeşme Marina’dan iyi. Ama deniz manzarası görmediğim bir yerde yemeğe o kadar para vermek bana anlamsız geliyor. Ayrıca gereksiz bir pahalılık söz konusu. Dolayısıyla Alaçatı’da lokanta tavsiye edecek kadar bilgim yok.

Ama bir bar tavsiyem var! “Gençler ve daima genç kalanlar” (!) Hazır Alaçatı’ya gelmişken Tektekçi‘ye (Köşe Kahve’nin biraz ilerisi, 59 numara) takılabilirler. İstanbullular burayı biliyordur. Tektekçi’de sadece “shot” boyutunda renkli kokteyller veriyorlar, başka içki türü satılmıyor. Biraz pahalı ama çokça lezzetliler. Özenle hazırlanan binbir çeşit minik kokteylcik, güzel bir sunumla önünüze geliyor. Buraya gençler genelde grup olarak gelip toplu shot siparişi veriyorlar. Müzik süper. Spotify’daki “feel good friday” playlistini düşünün. Onun gibi bir şey. Dans etmek için gaz şarkılar dorukta. Genç garsonlardan tam havamdayım diyenler barın üzerine fırlayıp dans bile ediyorlar 🙂 Minicik bir yer, ama bizim çok hoşumuza gitmişti. Orijinal konsept. Tebrik etmek lazım valla. Fly Inn’in içinde de bir şubesi varmış. Takılın.

tektekci

Şeker şerbet gibi shot’lar!

Canlı müzik dinlemek için Çeşme Marina dışında Fun Beach gibi beach clubları tercih edebilirsiniz. Burada, yıldızların altında Duman‘ı dinlemek benim için harika bir deneyim oldu. Onu başka bir yazıda anlatırım 🙂 Babylon Çeşme ise herhalde Beyoğlu’nda ilk açıldığından beri düzenlediği Oldies but Goldies partilerine devam ediyor, ama canlı müzik yok.

Çeşme konserlerinin programları en az bir hafta öncesinden belli oluyor. Mekanların internet sitelerinden ve Çeşme’deki bez afişlerden kimin nerede çıkacağını takip edebilirsiniz. Biletleri Biletix ve Çeşme çarşı içindeki kilise gibi yerel mekanlar satıyor. Ayrıca Çeşme Açıkhava Tiyatrosu‘nda da (2053. Sok., Çeşme) konserler ve stand-up show’lar oluyor. Zamanında burada Beyaz’ı izlemiştim. Burada bu akşam Fazıl Say, 28’inde de Sezen Aksu sahnede olacak. Ayrıntılı bilgi ve biletler için şuraya tıklayın.

Çeşme merkezdeki kilise... (Fotoğraf: Özgür Yüzak)

Çeşme merkez çarşı içindeki kilisenin mozaikleri… (Fotoğraf: Özgür Yüzak)

Nasıl oldu anlamadım, ama neredeyse Eylül ayına geldik. Siz de bu yıl henüz tatil planı yapmadıysanız Çeşme’ye bir uğrayın derim. Pişman olmayacaksınız. Herkese şimdiden iyi tatiller! 🙂

Londra’da Hayatta Kalma Rehberi

İngiltere’ye ilk gelişim 2007’de, eğitim içindi. Daha önce turist olarak Avrupa’daki ülkelere gitmiştim ama buraya hiç gelmemiştim. Onun için okumak için gelip de uçaktan indiğimde adeta sudan çıkmış balık gibiydim. Baktım blogumdaki en popüler yazılarımdan ikisi İngiltere’de Günlük Hayat-1 ve İngiltere’de Günlük Hayat-2, ben de burada özellikle de öğrenci olarak ilk günler nasıl hayatta kalınır, ondan bahsedeyim dedim.

Vize tipleri: Maalesef Muhafazakar Parti hükümeti Türklerin de faydalandığı birçok vize tipini geçtiğimiz yıllarda yürürlükten kaldırdı. Dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları için buraya kalıcı olarak gelmenin (öğrenciliği saymıyorum, çünkü öğrenci olarak geçirdiğiniz süre kalıcı oturma iznine sayılmıyor) üç yolu kaldı:

  • Eş / dependant vizesi (bunu bir İngiliz vatandaşı ile evlenirseniz alabilirsiniz, sanırım üç yıl içinde kalıcı oturma iznine gidiyor)
  • Tier 2 vizesi (iş bulduğunuz şirketinizin size vize alması yani sponsor olması, ne kadar sürede kalıcı oturma iznine gidiyor bilmiyorum)
  • 1960’lı yıllarda Türkiye ile İngiltere arasında imzalanan özel bir anlaşma olan Ankara Anlaşması’nın sağladığı girişimci vizesi (bu vize için kendi şirketinizi kurmanız ve müşterilerinize fatura kesmeniz gerekiyor. Çoğu IT’ci olmak üzere burada şu an kalan birçok Türk bu vizede. Bir yıldan sonra vizenizi üç yıllığına yenilemeniz gerekiyor. Bu dört yılın sonunda kalıcı yani süresiz oturma iznine sahip oluyorsunuz. İngilizce kısaltması ILR.

Bavula ne koymalı?: Diyelim vizenizi aldınız, Londra’ya gelmeye hazırlanıyorsunuz. Bir kere bence büyük bir havayolu şirketiyle gelin ve bagaj hakkınızı sonuna kadar kullanın. Sonra Türkiye’den size bir şeyler gönderilmesi zor ve masraflı oluyor. Burada birçok Türk marketi ve lokantası var, spesifik şeyler haricinde çoğu şeyi bulmak mümkün. Türkiye AB ülkesi olmadığı için oradan et ve süt ürünleri buraya getirmeniz yasak, yakalanırsanız cezası var. Ama diğer yiyecek-içecek maddelerini getirebilirsiniz. Bence yiyecek getirecekseniz burada bulamayacağınız şeyler getirin. Örneğin, Türk kahvesi seviyorsanız küçük bir cezve, güzel salça, annenizin tarhanası, belki biraz erişte… Ben mesela Londra dışında küçük bir şehre gideceğim için, biraz da annemin zoruyla Türk kahvesi, küçük cezve ve tarhana getirmiştim. Hiç Türk bakkalı olmayan o şehirde yağmurlar başlayıp sonbahar yüzünü gösterince bunların kıymetini anladım. Annem de çok hayır duası aldı tabii 🙂

Ya da yiyecek işine hiç girmeyin. Giysi konusuna gelince, burada spor ayakkabısı ve kıyafetleri inanılmaz ucuza satılıyor. Kozmetikler de öyle. Bunlarla hiç sınırlı bagaj yerinizi doldurmayın. Duş jeli ve şampuan gibi şeyleri Poundland adlı, her şeyin bir sterline satıldığı ucuzcu mağazalardan da alırsınız geldiğinizde. Ucuza yeni kitaplar satan kitapçılar var burada. Kütüphanelerden güzel ve yeni kitaplar, DVD ödünç alabilirsiniz. Bunları da hiç taşımayın derim. Zaten artık DVD devri kapandı, burada herkes Netflix’ten film ve dizileri “streaming” yoluyla internet üzerinden izliyor. Bence hatırası olan şeyler ama işinize de yarayacak şeyler getirin, hediye bir şal, el örgüsü bir bere. Ve mutlaka bir şemsiye! Bir de İngiltere prizleri için adaptöre ihtiyacınız olacak. Bunu havaalanından veya geldikten sonra büyük Boots mağazalarından, elektronikçilerden alabilirsiniz. İyi bir palto, bir bot, kazak gibi temel ve pahalı parçalarınızı getirin, gerisini ucuzlukta buradan da alırsınız. Burada bir de her daim ucuzlukta olan ama marka satan TKMaxx diye bir mağaza var. Oradan ve GAP, H&M gibi yerlerden kot pantolon, tişört, bluz gibi şeyleri alırsınız. Türkiye’ye birkaç kere gidip geldikten sonra insan eşyalarının çoğunu getirmiş oluyor zaten 🙂

Uçak bileti alımı ve havalimanı seçimi: Biletlerinizi Skyscanner veya Momondo üzerinden alabilirsiniz. Londra’da dört havalimanı var, en büyüğü, başlıca havalimanı Heathrow batıda, zone 6’da bulunuyor. Avantajı metro hattı üzerinde olması. Dolayısıyla buradan ucuz bir şekilde merkeze gelebiliyorsunuz. Ama en kalabalık ve en uzun kuyruklar da burada. Diğer üç havalimanı küçük. Gatwick güneybatıda, artık Türk Hava Yolları buraya da uçuyor. Bizim en çok kullandığımız havalimanı. Kuyruklar daha az ve trenle merkeze ulaşmak çok kolay (kırk dakika civarında) Stansted ise kuzeyde olduğu için Londra’nın kuzeyinde oturanlar için ideal. Luton havalimanı şehrin çok dışında. Biz pek tercih etmiyoruz. Londra merkeze gelmeniz gerekeceğini varsayarsak, astarı yüzünden pahalıya gelecek bir uçuş. Zaten yorgun olacaksınız, eşya taşıyacaksınız. Daha yakın bir yere gelmeniz daha mantıklı. Bir de City havalimanı var ama Türkiye’den buraya uçuş yok. Avrupa’ya gidecekseniz burayı kullanabilirsiniz çünkü minyatür, dolayısıyla kuyruk fazla değil. Üstelik Londra’ya en yakın havalimanı. Doğu Londra’da bulunuyor ve ulaşım çok kolay.

Havaalanından ulaşım: Değerli paranızı taksiye vermeyin. Türkiye’deki gibi kestirmeden gitme olayı olmadığı için kısa da sürmüyor. Ayrıca burada taksiler pahalı. Aşırı bagajınız varsa Uber uygulamasını kullanarak telefonunuzdan yarı fiyatına taksi çağırabilirsiniz. Easyjet’le geliyorsanız Easybus adlı minik shuttle servislerine binebilirsiniz. Önceden online rezervasyon yaptırırsanız çok ucuz. Ama büyük bavulu sorun ediyorlar, dolmuş havasında olduğu için birkaçına binemeyebilirsiniz, hangisinde yer olursa ona binmeniz gerekebiliyor, bu da zaman kaybına neden oluyor. Onun yerine biraz daha fark verip National Express adlı otobüs firmasını tercih edin derim. Bunda Easybus gibi dolmuş havası yok, rahat ve geniş koltuklarda geliyorsunuz ve büyük bavullarınızı da sorun etmiyorlar. En konforlu ve hızlı ulaşım yolu ise National Rail trenleri veya ekspres trenler (Gatwick Express, Heathrow Express, Stansted Express). Ekspres trenler çok daha hızlı ama pahalı. Biz genelde National Rail trenlerini tercih ediyoruz. Tabii oturduğunuz yere göre de değişir.

london-blog

Geçici kalacak yer bulma: Eğer okulunuz ya da işyeriniz belliyse evinizi işyerinize yakın tutmanız avantajınıza olacaktır. Belli değilse yani önce evi bulmanız gerekiyorsa, önce hostel gibi geçici bir yerde kalıp, iş bulduktan sonra ev aramanızı tavsiye ederim. Biz ilk geldiğimizde Londra’nın merkezindeki Kensington West Hostel‘de 10 gün kadar kalmıştık. Artık Easyjet’in ucuz otel zinciri EasyHotel veya airbnb gibi seçenekleriniz de var. Biraz daha para vereyim ve daha merkezi olsun derseniz Hyde Park yakınlarında, Bayswater’da bir Türk hanımın işlettiği Troy Hotel var. Burada da kaldığımız oldu. Lüks değil, ama üç yıldızlı ve temiz bir yer.

CV işi: CV’nize vize ve yabancı diller (English-seviyesi ne ise-, Turkish-native diye) bölümlerini mutlaka ekleyin. Fotoğrafınızı, doğum tarihinizi, medeni halinizi ise yazmayın. İngiltere’de bu özelliklere göre ayrımcılık yapılıyor diye bunları yazmak hoş karşılanmıyor. Adınız ve iletişim bilgileriniz bu noktada yeterli. Ama cinsiyetiniz belli olsun diye adınızın önüne Ms ya da Mr koyabilirsiniz.  Ayrıca bu noktada “covering letter” yani kapak mektubunun önemine dikkat çekmek istiyorum. Bizdeki gibi aynı CV ile, hele de covering letter’sız iş başvurusu yapmak burada hoş karşılanmıyor. Sizden covering letter yazmanız ve hem bunu, hem de CV’nizi başvuru yaptığınız işyerine ve pozisyona göre uyarlamanız bekleniyor.

 resim 2

Oda / ev bulma ve Londra semtleri: Diyelim işinizi de buldunuz, oda arıyorsunuz. Tebrikler! 🙂 Oda için bizim de zamanında kullandığımız spareroom.co.uk sitesini tavsiye ederim. Burada non-smoking (evde sigara içilemediği anlamına gelir), no pets (evde evcil hayvan istenmediği anlamına gelir, titiz biriyseniz önemli bir kriter), couples (çiftler için yani daha büyük ve iki kişilik odalar), double bedroom (iki kişilik yatak), single bedroom (tek kişilik), en-suite bathroom (genelde odaya bitişik, bazen de ayrı ama sadece size özel banyo)  gibi  birçok seçenek üzerinden arama yapabiliyorsunuz. Ben fotoğrafsız yerleri eliyordum mesela. Titizseniz veya daha önce hiç ev paylaşmadıysanız, imkanlarınız da el veriyorsa özel banyolu oda tutun, böylece diğer ev arkadaşlarınızla paylaştığınız yer sadece mutfak olacaktır. Bazı evlerde salonda da bir kişi kaldığı için oturmak için filan ortak bir alan olmuyor. Böyle evlerde insana sürekli küçücük bir odada oturmaktan daral gelebiliyor. Mümkünse ortak kullanabileceğiniz alanı olan evleri tercih edin derim. Tabii sınırsız internet de önemli. Odayı Türkiye’den doğru, yani görmeden tutmayın. Odalarda genelde en az üç ay veya altı ay kalmanız gerekiyor. Kontrat olmuyor, ama isteyebilirsiniz, elinizde yazılı bir belge olursa daha güvende olursunuz. Gumtree sitesine bakmayın derim, orada çok dolandırıcılık olabiliyor. Üçten fazla kişinin yaşadığı evler bazı durumlarda ev olmaktan çıkabiliyor. Hem temizlik, hem gürültü anlamında. Çok ucuz yerlerde güvenlik sorunu olabilir. Londra deyip geçmemek lazım, her yeri aynı değil, bazı semtlerinde İstanbul’u mumla ararsınız 🙂 Fiyat arttıkça genelde semtler nezihleşiyor.

Londra’da genelde güzel, nezih yerler Batı (W posta kodu) veya Güneybatı Londra’da (SW posta kodu) bulunuyor. Beyaz İngilizler, aileler, bahçeli evler düşünün. Buralar çok ucuz değil, ama ulaşımı iyi, suç oranı düşük…

Doğu Londra (E posta kodu), özellikle de Shoreditch ve civarı hipster’ların, tasarımcıların, yaratıcı sektörde çalışanların ve start-up sahiplerinin mekanı.  Biraz salaş ama çok cool ve trendy bulunan lokantalar ve barlar hep burada. Gece eğlencesi için iyi, ama bana sorsanız ben oturmam, ama tercih sizin. Toplu taşıma ulaşımı o kadar iyi değil. Genelde otobüs ve “overground” denen üst trene bağlı. Onlar da yavaş gidiyor ve her durakta duruyor. Metro az yerde var. Şimdi pahalı da sayılabilir çok moda yerler olduğu için. Ama City’de veya Canary Wharf’ta yani Londra’nın finans merkezlerinde çalışacaksanız tercih edebilirsiniz, çünkü oraya çok yakın. Bisikletle bile gidilir. Finans merkezleri dışında Doğu Londra posta koduna sahipd mahallelerin çoğu bol sosyal konutun olduğu, yoksul, dökülen mahalleler.

Güneydoğu Londra (SE posta kodu) yeni gelişiyor, çoğu yeri şu an çok iyi değil, ama ailelerin bulunduğu ve mahalle havasının hissedildiği, nispeten ucuz ve bol parka sahip semtler de yok değil. Genelde suç oranı daha yüksek diye biliyorum. Ama tabii ki her yerin istisnaları var.

Kuzey Londra’nın (N, NW ya da NE posta kodu) iyi yerleri var, kötü yerleri de var, karışık. Ama Türklerin çoğu burada oturuyor. Bir de Northwest, Northeast’e göre daha nezih ve pahalıdır.

Londra’nın toplu taşıma sistemi kaliteli olduğu için tuttuğunuz yerin merkeze yakın olması şart değil, bir istasyona yakın olması da yeterli olacaktır. Londra 6 bölgeden (zone) oluşuyor, merkez zone 1. Tahmin edebileceğiniz gibi en uzak zone ise 6 (bazı metro hatları zone 9’a kadar gidiyor) Zone 3’ten sonra merkezde çalışıyorsanız işe gidip gelme süreniz uzuyor. İnternette bulup beğendiğiniz odanın posta kodunu Google Maps’e girip metro veya tren istasyonuna yakınlığını ölçmenizi tavsiye ederim. 0.5 milin altında olursa çok rahat yürürsünüz. Bu şekilde toplu taşıma bağlantılarını da anlamış olursunuz ve kararınızı ona göre verirsiniz. Bir de posta kodunu Londra suç haritasına girip bakın, kırmızı yerlerden kaçının. Suç oranı olmayan yer bulmak imkansız gibi bir şey, sarı olan yerleri tutabilirsiniz. Bütçeniz müsaitse oda yerine stüdyo daire tutarsanız tabii ki daha rahat edersiniz, o başka.

Fotoğraf: Filiz Taylan Yüzak

Fotoğraf: Filiz Taylan Yüzak

Banka hesabı: Henüz iş bulamadıysanız ya da öğrenci değilseniz banka hesabı işi uzun sürebiliyor. Bunlardan biri varsa çok kolay, dikkat etmeniz gereken bir nokta sizden aylık sabit işlem ücreti kesmeyen bir banka veya hesap çeşidi bulun.

Ama gelip burada iş arayacaksanız herhangi bir ev faturası veya belediye vergisi (council tax) faturasının üzerinde isminiz olması gerekiyor, yoksa çoğu banka yeni geldiğinizde size hesap açmıyor. Biz eğitimim bitince Londra’ya taşındık. Daha iş arıyorduk ve odada kaldığımız için faturaların üzerinde ev sahibinin ismi vardı. O zaman eşim ev sahibinden bu kişi bizim evimizde kalmaktadır diye bir mektup alarak Santander adlı İspanyol bankasında nispeten kolay bir şekilde banka hesabı açmıştı. Ya bu yolu deneyin ya da ev arkadaşlarınıza faturalardan birini üzerime almak istiyorum, deyin.

Cep telefonu: Hat almak çok kolay, herhangi bir operatörün mağazasına gidip 5 sterline bir kontörlü hat (pay-as-you-go) alıyorsunuz. Tam hatırlamıyorum ama bunun için kimlik veya pasaport isteyebilirler. Türk ehliyetini kimlik olarak kabul ediyorlar bu arada. Genelde aldığınız sim kartın içinde 5 sterlinlik kontör oluyor, yani sim kart bedavaya geliyor. Yani en azından adı şimdi EE olan firmada yıllar önce öyleydi. Bence önce bir kontörlü hat alın, sonra iş bulunca operatörleri karşılaştırarak faturalı hatta geçersiniz. Operatör de değiştirseniz numara taşımak çok kolay. Zaten ilk aşamada burada tanıdığınız olmadığı için iş dışında çok işiniz düşmeyecek telefona. Türkiye’yi hep internet üzerinden arayacaksınız. Skype, Tango, WhatsApp ve Viber çok faydalı oluyor. Bu arada kontörlü hattınızı Lyca Mobile veya Lebara Mobile‘dan alıp Türkiye’yi çok ucuza arama şansınız da var.

İşinize yarayacak diğer bilgileri ilgili konu başlıkları altında www.alaturkalondra.com/forum adresinde bulabilirsiniz. Alaturka Londra, benim de yazdığım bir Londra’daki Türkler forumu. Biz ilk geldiğimizde çok faydalanmıştık. Bu forum yazarlarının yüzde 99’u IT’ci ve Londra’da çalışıyor. Forumda buraya yerleşme, ev tutma, Londra’nın semtleri, vize, iş arama gibi birçok konuda bilgi var. Ayrıca ilgili başlık altına iş aradığınızı yazabilirsiniz. Zaman zaman firması eleman alacak arkadaşlar da bunu forumda yazıyor. Böylelikle de iş bulmak mümkün.

Grafik tasarımcı arkadaşım Ayşe Kongur’un başarılı logosu…

Grafik tasarımcı arkadaşım Ayşe Kongur’un başarılı logosu…

Bir kere düzeninizi kurduktan sonra Londra’da yaşamak gerçekten zevkli. İlk başta biz de çok zorlanmıştık. Burada kritik nokta, ilk başta hemen iş bulamayabilirsiniz diye yeterli miktarda birikmiş parayla gelmek ve ilk zamanlar fazla para harcamamak. Umarım bu yazı okuyanlara faydalı olmuştur. Sorularınızı yorum olarak bu yazının altına bırakabilirsiniz. Cevap vermekten mutluluk duyarım. Gelecek olanlara iyi şanslar! 🙂