1- THE TIMES, SUNA ERDEM, YORUM
Orijinali için bkz: http://www.thetimes.co.uk/tto/news/world/europe/article3781824.ece
ERDOĞAN’IN ŞAKŞAKÇILARININ HAYIR DEMEYE BAŞLAMASININ TAM ZAMANI
“Recep Tayyip Erdoğan uzun dönemli iktidar sorunundan mustarip görünüyor: çevresinde çok fazla dalkavuk var. Kendi iktidar tabanını oluşturan ve zenginleştirdiği geniş muhafazakâr orta sınıfla değil ama kendisine rağmen onu desteklemiş kararsızlarla bağlantıyı sağlayamadı. Halbuki onlar Erdoğan’a, AK Partinin ekonomi, AB, siyasetin askerden arındırılması ve Kürt isyanına nasıl son verileceği gibi konularda fikirleri olduğu için oy verdiler.
Ancak zaten atılgan olan Başbakanın protestolara kavgacı tepkisinden doğan “kötü tavsiyeler” yüzünden okunuyor. Erdoğan’ın şikâyetçi olduğu gibi protestocuların hepsi neye kızdıklarını tam olarak bilmiyor olabilirler; ancak neyi istemediklerini bildikleri konusunda birleşmiş durumdalar: Başbakanın iki dudağı arasından artık dökülecek her hangi bir şey istemiyorlar.
Erdoğan’ın medya kısıtlamaları konusunda çok şey söylendi, ancak daha mantıklı eylemleri bile yeterince öfkeli olmayı sürdüren gazeteciler tarafından “İslamcı” tanımıyla yaftalanıyor. Erdoğan kibrinden dolayı artık olanları dikkate almıyor görünüyor. Bir zamanlar Erdoğan’ın partisi bir politikayı sınamak için söylenti yayardı ve eğer bu muhalefet yaratırsa bu tasarıyı geri çekerdi. Şimdi ise Başbakan buldozerle yıkıp geçiyor. Yeni alkollü içki kısıtlamalarının Türkiye’yi Avrupa ülkeleriyle uyumlu hale getirmekten başka bir hedefi olmadığını söyleyebilir. Ancak alkollü içki içen herkesi alkolik olarak yaftalarsa onu kim dinler? Erdoğan Beyaz Saray’da ağırlanmasından yalnızca iki hafta sonra bile ABD’yi öfkelendirmeyi başardı. Ancak bu onu bir kalemde silmek için bir neden değil. Henüz.
Erdoğan hükümetine karşı kitlesel protestolar en son 2007 yılında olmuştu. O dönemde milyonlarca kişi Erdoğan’ı İslamcı olarak algıladığı için gösteri yapmıştı. Erdoğan erken seçim çağrısında bulunarak seçimleri açık ara farkla kazanmıştı. Bu protestoları desteklemiş olan darbelerden memnun ordu dizginlendi, birçok emekli komutan hapse atıldı ve bugün Genelkurmay Başkanı hükümete yakın. Polis şu an büyük ölçüde hükümete sadık. İktidar partisine mensup milletvekilleri de hükümete oldukça sadık. Erdoğan kendisine oy veren sessiz çoğunluğa bel bağlamış durumda.
Muhalefet konusunda ise, İngiliz seçmenler Ed Miliband’in partisinin güçsüz göründüğünü düşünüyorlarsa Türk partisi CHP’yi incelemeliler. Zira AK Parti’nin 2002’deki yükselişinden bu yana CHP’nin acizliği hayrete düşürecek türden. CHP, AK Parti’nin Türkiye’nin artan uluslararası saygınlığını ve ekonomik canlanmasını yöneten politikalarına herhangi bir alternatif sunamadı.
Ancak Erdoğan’ın zayıf noktası burada yatıyor. Erdoğan on yıldır süren iyi ekonomik performansa sırtını dayıyor. Taraftarlarının çoğu onun gibi girişimciler. Yani para konuşuyor.
Son ekonomik veriler daha zayıf ve AK Parti boşluğu doldurmak için altyapı projelerine bel bağlamış görünüyor. Ekonomi durakladığı ve Erdoğan bu protestoları kötü yönetmeye devam ettiği takdirde, onun çöküşüne tanıklık edebiliriz.”
2- FINANCIAL TIMES, HARVARD ÜNİVERSİTESİ ULUSLARARASI SİYASET EKONOMİSİ PROFESÖRÜ DANİ RODRİK, YORUM
Orijinali: http://www.ft.com/cms/s/0/afa5901a-cc5e-11e2-bb22-00144feab7de.html#axzz2VI68XyOx
TÜRKİYE PROTESTOCULARI TÜM TARAFLAR TARAFINDAN YÜZÜSTÜ BIRAKILDI
“İstanbul’un ortasında ender rastlanan yeşil alanlardan birinin yıkılması planlarına karşı küçük bir gösteri olarak başlayan şey tüm siyasi görüşlere mensup on binlerce muhalif Türkün katıldığı, ulusal çapta, şiddetli bir meydan okumaya dönüştü. Protestolar Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın otoriter iktidarını hararetle eleştiren benim gibi gözlemcileri bile şaşırttı.
Polis gaddarlığı protestoların doğrudan nedeniydi. Türkler polisin kaba davranışına alışıklar ancak sosyal medyada dolaşan görüntüler bu sefer geniş çaplı bir öfkeye neden oldu. Başından yaralananların çoğunluğu güçlü bir şekilde polisin direkt olarak protestocuların kafasına gözyaşı bombası atıyor olabileceğini gösteriyor. Bunların kurbanlarından biri düzmece suçlardan daha önce hapse atılmış, gözü pek gazeteci Ahmet Şık’tı. Kendisinin kafası yaralı, kanlı fotoğrafı da yaygın şekilde sosyal medyada yer aldı.
Erdoğan’ın tepkisi olayları ateşledi. İnsanları kutuplaştırma konusunda en iyi performansını sergileyerek taraftarlarını sokaklara salma tehdidinde bulundu, protestocuları “çapulcu”, Twitter’ı da “toplumun önündeki en büyük tehdit” olarak tanımladı. Ancak sosyal medya içten içe kaynarken ana akım televizyon kanalları -şüphesiz hükümet baskısı nedeniyle- olayları haberleştirmek istemediler. En kötü çatışmalar sırasında CNN TÜRK penguenlerle ilgili bir belgesel yayınladı.
Erdoğan’ın onları aşırılık yanlısı olarak yaftalama girişimine karşın protestocuların çoğunun temel hak taleplerinde bulunduğu aşikar: barışçıl şekilde toplanma ve gösteri yapma hakkı, kamusal alanların aşırı derecede ticarileştirilmesine karşı söz sahibi olma hakkı ve polis gaddarlığı olmaksızın saygı ile muamele edilme hakkı. Bu, Batılı medyanın çoğunun betimlemeye alıştığı gibi laiklik yanlıları ve İslamcılar arasında bir mücadele değil. Protestocuları birleştiren, basitçe ve sadece Erdoğan hükümetinin yetkilerini kötüye kullanması.
Ancak protestolar aynı zamanda Türkiye’nin muhalefet partilerinin güçsüzlüğünün de bir işareti. Türk toplumunu hep bölmüş çatlakların çevresinde organize olan bu partiler sokaklardaki memnuniyetsizliği yönlendiremediler ve bundan faydalanamadılar. Türkiye’nin liberal aydın kesiminin büyük bölümü de bağnaz taktiklerinin artmasından sonra dahi Erdoğan’a destek çıkmaya devam ederek kendisini gözden düşürdü.
Batı’daki çoğu kişi Başbakana Türk ekonomisinin performansı, orduyu kışlaya geri göndermesi ve Kürt isyancılarla son dönemki barış süreci konusunda hala itibar etmeye devam ediyor. Ancak bunların hepsine yakından bakarsanız cilaları hemen çıkacaktır.
Ekonomi cephesinde, en fazla Erdoğan hükümetinin büyük hatalar yapmaktan kaçındığı söylenebilir. Büyüme sürdürülemez düzeydeki dış borçlanmaya dayanıyor ve özellikle gelişmekte olan piyasaların standartlarından daha iyi değil. Kamusal işlerde büyük ölçüde kayırmacılık göze çarpıyor.
Öte yandan ordu üzerindeki sivil denetim, suçlanan subaylara karşı, yargı sürecinin ağır bir şekilde ihlal edildiği göstermelik davalar dizisiyle ve iddiaya göre sahte delillerin yaygın kullanımıyla sağlandı. (Hapse atılan subaylardan biri de kayınpederim.) Orduyla daha barışçıl bir anlaşma yapmaya çalışmak yerine, Erdoğan’ın taktikleri iltihaplanmaya devam edecek yeni yaralar açtı.
Son olarak Kürt açılımı da hakiki bir uzlaşma arzusundan ziyade, Erdoğan’ın başlıca Kürt partisi olan BDP’nin kızgınlığını yatıştırarak anayasayı değiştirebilme ve (daha çok yetkiye sahip olacak) Cumhurbaşkanlığı konumuna terfi etme girişimleriyle ilgili. Erdoğan’ın Kürt çatışması konusunda daha önceki fikir değişimlerinin gösterdiği gibi, kendisi kısa vadeli siyasi hesaplar gerektirdiği takdirde, hemen yön değiştirecektir.
Erdoğan’ın zayıflığından en karlı çıkacak grup vaiz Fethullah Gülen’in yönettiği güçlü ağ olabilir. Erdoğan ve Gülenciler yakın geçmişe kadar ortak düşmanları ordu ve laiklik yanlısı eski kafalıları yenmek için işbirliği yapmışlardı. Ancak bu görev tamamlandığı için şimdi giderek artan şekilde fikir ayrılığı içindeler.
Güya ılımlı olan Gülen hareketi son yıllarda en kötü polis ve yargı suiistimallerinden bazılarıyla bağlantılı. Dolayısıyla Gülenciler zevk aldıklarını pek de gizlemeden, hiçbir şeye karışmadan onu izlerken protestolarla ilgili sorumluluğu Erdoğan’ın üstlenmesinde önemli bir ironi gizli.
Ne yazık ki, fikirlerini son günlerde bu kadar gür sesle ve açık şekilde aktaran protestoculara ses ve temsil hakkı verebilecek bir organize siyasi hareket yok. Dolayısıyla, Türk siyasetinin geleceğini tanımlayan Kürt cephesindeki gelişmeler doğrultusunda rekabet Erdoğan ve Gülen hareketi arasında olacak.
Türkiye’nin otoriter eğilimlerini gözden kaçırmış olan (veya bunu görmezden gelen) Türkiye’nin dostları bu dramda rolü olan hiçbir başat oyuncunun güçlü bir demokratik sicili olmadığını bilmeliler. Buradaki zorluk bir “Türk baharı” konusunda yüzeysel, derinliksiz incelemelerden kaçınmak ve Türkiye’deki siyaset, yargı ve insan hakları alanlarında yapılan ihlallere -kaynağı ne olursa olsun- karşı açık konuşmaktır.”
3-THE GUARDIAN, BAŞYAZI
Orijinali: http://www.guardian.co.uk/commentisfree/2013/jun/03/turkey-protest-worth-heeding-editorial
KULAK ASMAYA DEĞER BİR PROTESTO
“Eğer Türkiye’nin Başbakanı iseniz İstanbul’un sokaklarında yaşananlara tepki vermenin pek çok yolu var. Çevik kuvveti o kişilerin üstlerine salabilirsiniz, o sokakları biber gazıyla doldurabilirsiniz. Twitter’ı kınayabilirsiniz ve yardımcılarınızın da Twitter’ı kullandığını hiç kimsenin bilmediğini umabilirsiniz. Muhalefeti suçlayabilirsiniz. Veya kendinize şu soruları sorabilirsiniz: yerel bir nitelik taşıyan ve göreceli olarak barışçıl, kentteki bir parkı kurtarmayı amaçlayan bir kampanyanın birkaç gün içinde Türkiye’nin illerinin yarısına yayılan ulusal bir protesto haline getiren neydi? Ayrıca bu kent isyanı neden üç seçimi, üstelik her seferinde artan bir oy oranıyla kazanmış bir liderin başına geliyor?
Bu soruları yanıtlamak için Recep Tayyip Erdoğan’ın kendisine dönmesi gerekiyor. Kendisini Erdoğan efsanesinden ayrı tutması gerekiyor. Uzun boylu, çalımlı, geniş omuzlu, gururlu olan ve çabuk sinirlenmesiyle tanınan bir adam için bunu yapmak zor olacaktır. Son on yılın büyük bölümünde liderliği efsane niteliği taşıyordu. Ülke reform dalgasının eşlik ettiği güçlü bir ekonomik büyüme sağladı, ordunun kışlalarına geri çekilmesi sağlandı, AB üyelik müzakereleri başlatıldı, hapishanelerde işkenceye son verildi, PKK’yla, başarılı olduğu takdirde kendi başına tarihe geçecek nitelikte bir barış anlaşması girişiminde bulunuldu. Avro Bölgesi 2008’de bocalama dönemine girdiğinde Erdoğan Türkiye’yi bir Orta Doğu şampiyonu olarak göstermekte zorlanmadı. Muhalefet kargaşa içindeyken, Erdoğan’ın doğal olarak kendisini için öngördüğü genişletilmiş yetkilerle bir Cumhurbaşkanlığı görevi için yeni bir anayasa konusunda düşünüp taşınmasını durduracak hiçbir şey yoktu.
Ancak bu o zamandı. Ya şimdi? Mantar gibi büyüyen protesto geçici olarak şüpheli olacak kadar geniş bir kincilik yelpazesini birleştirdi: Favori parkları Gezi Parkı’nın alışveriş merkezine dönüştürülmesine karşı çıkanlardan alkollü içki satışlarının kısıtlanmasına karşı çıkanlara, üçüncü Boğaz Köprüsü’ne Türkiye’deki en büyük dini azınlık olan Alevilerin binlercesini katleden bir Osmanlı padişahının adının verilmesi kararından, Türkiye’nin Suriye’de temsili savaş halinde olmasına karşı çıkanlara kadar. Küçük meselelerden büyük sorunlara, ortak payda Erdoğan’ın buyurgan kişiliği ve buna bağlı olarak AKP’deki yansıması. Erdoğan da AKP de artık bireysel özgürlüklerin kolaylaştırıcısı değil, onlara müdahale eden “büyük biraderler” olarak görülüyorlar.
Jüri hala AKP’nin başarmış göründüğü bazı güçlerin ihtiraslı birlikteliğini anlayabilmiş değil; ki bu güçler birliği laik bir anayasayla yönetilen bir demokraside reformcu bir araç olarak İslamcılıktan oluşmaktadır. Ancak bir şey çok açık: Demokrasi yalnızca seçimlerden ibaret değildir ve Erdoğan’ın bir kere söylediği gibi amaca ulaştıracak bir araç da değildir. Demokrasi, kendi başına bir amaçtır. Erdoğan Cumhurbaşkanlığı için niyetini ortaya koydu. Erdoğan bu protestoya alçakgönüllü şekilde cevap vermelidir ve protestoların verdiği mesajı dinlemelidir. Ancak şimdiye kadar bunu yapmış değil.”
4-FINANCIAL TIMES, BAŞYAZI
Orijinali: http://www.ft.com/cms/s/0/b6999f28-cc69-11e2-bb22-00144feab7de.html
HOŞGÖRÜSÜZLÜK ERDOĞAN’IN FELAKET NEDENİ OLABİLİR
“—Türkiye Başbakanı’nın çoğulculukla bir derdi var—
İstanbul’un merkezindeki az sayıda parktan birini yeniden gelişim projesinden koruma amaçlı birkaç yüz kişinin dâhil olduğu bir protestonun birkaç saat içinde kenti sarsması ve kontrol edilemeyen bir yangın gibi ülkenin dört bir yanını sarması, Recep Tayyip Erdoğan’ın Türkiye’si hakkında çok ipucu vermektedir.
Taksim Meydanı yakınlarındaki Gezi Parkı protestosuna çevik kuvvetin anlamsızca aşırı tepki vermesi olayları ateşleyen kıvılcım oldu. Ancak bu protestoların ateşleme fitili olmaksızın ulusal boyuta ulaşmayacağı konusunda Erdoğan’ın düşünmesi gerekiyor. Üstelik bu Erdoğan’ın ve giderek artan şekilde otoriterleşen tutumunun ateşlediği bir fitil…
Bunun yerine “yeni-İslamcı” Başbakan sahipsiz bir komplo teorisinden yakınıyor, Twitter’ı karışıklıklardan sorumlu tuttuğu “sokak eşkıyalarının” ve “aşırılık yanlılarının” aracıymış gibi ilan ediyor ve istihbarat servislerine ulusal ayaklanmanın arkasındaki “yabancı mihrakları” saptamaları talimatını veriyor. Bu ani halk öfkesi dalgası gerçekten neredeyse herkesi şaşırttı. Ancak bu dış mihraklardan doğmadı.
Erdoğan kendisini seçimlerde yenemeyen muhaliflerinin kendisini parlamento dışı araçlarla dize getirmeye çalıştıklarını söylüyor. Partisi AKP’nin 2002’de ilk iktidara geldiği dönemden bu yana Erdoğan üç genel seçim kazandı, hem de her birinde oylarını giderek artırarak. Modern Türkiye’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün mirasçısı olan başlıca rakiplerinin çoğu Cumhuriyet sanki sadece kendilerine aitmiş gibi davrandılar ve AKP’ye Anadolu’nun İslami kuşağından gelme görgüsüzler muamelesi yaptılar.
Gerçekten de seçim sandığında kaybetmeye devam ettiklerini geri kazanmaya çalışmak için generalleri ve yargıçları kullanarak, ısrarlı bir biçimde Erdoğan’a karşı komplolar kurdular. Ancak başarılı olamadılar. Ordu 2007 yılında Türklere dikte etme girişiminde son kez bulunduğunda, Erdoğan halka gitti, bir çığ gibi oyların çoğunu aldı. Ordu o dönemden bu yana dişlerini gösteremez oldu, zira neredeyse sekiz generalden biri parmaklıklar ardında çürüyor. Ancak Başbakan birbirinden epey farklı görüşleri olan Twitter kullanıcılarını kendi diktiği bir üniformanın içine sokmaya çalışarak, bizzat son savaşını yapan bir komutan gibi davranıyor. Erdoğan olayları anlayamıyor.
2007 yılında Erdoğan halka güvendi. 2011 yılında yeniden seçilince ihtirasları sınırsızlaştı, muhalefete hoşgörüsü de sınırlı hale geldi. Ancak hala kutuplaştırma içgüdüsüne sahip bir muhalefet liderinin zihniyetine sahip. Bu içgüdü de onun tüm Türkiye’nin lideri olmasını engelliyor. Başbakan olarak geçirdiği on yılın ardından Erdoğan artık neredeyse denetimsiz gücünün tecridi altında yaşıyor. Aynı zamanda Kemalist muhalefet seçilemez durumda. Bu iki etken birleşince Türkleri sokaklara dökmeye yetti.
Hükümetin Gezi Parkı’na çevreye vereceği zararları dikkate almadan buldozerlerle girme yaklaşımı bir belirtidir. Erdoğan’ın “dinin emirlerine” gönderme yaparak alkollü içki satışlarını kısıtlama veya kürtajı yasaklama suretiyle özel hayatı ihlal etmesi, AKP’yi kucaklamak için Kemalist tasniften kurtulmayan kentli Türkleri kızdırdı.
AB aday üyesi ve NATO müttefiki olan Türkiye’de hapiste bulunan gazeteci sayısı, Çin’deki ve İran’daki hapisteki gazeteci sayısının toplamından yüksek. Erdoğan ana akım medyayı da sindirerek oto sansür yapma yoluna itti. “Sosyal medya bir baş belasıdır.” demesine şaşmamak lazım. Bu artık Erdoğan’ın kolay sinirlenen bir kişi olmasıyla, kasti politikalar gütmesiyle ve fevri söylemiyle açıklanacak bir sorun değil. Erdoğan’ın çoğulculukla bir derdi var ve bu utanç verici bir durum.
Erdoğan’ın Türkiye ekonomisini modernleştirmesi, orduyu dizginlemesi, bir Müslüman Demokrasisi siyasetine öncülük etmesi, Avrupa Birliği’yle üyelik müzakerelerine başlaması ve şimdi de Türkiye’nin Kürtleriyle barış sürecine girmesi, olağanüstü başarılardır. Uluslararası arenadaki politik figürler arasında Erdoğan ön planda biri olduğunu gösterdi.
Ancak bu miras, Taksim Meydanı ve Türk toplumunun artık kendilerine emirler yağdırılmasını hoş görmeyecek çok kalabalık grupların verdiği mesaja kulak asmadığı takdirde tehlikeye girecek. Erdoğan, kurban gibi davranmaktan vazgeçmeli ve bir devlet adamı gibi hareket etmelidir.
Kemalistler ve milliyetçiler AKP’yle bir şeyi tartışmaya pek istekli olmasalar da tartışılan yeni anayasa, kapsayıcı olmak için bir araç olarak kullanılmalıdır. Görülen o ki; Erdoğan bunu gelecek yıl Başbakanlık koltuğundan güçlü bir Başkanlık koltuğuna nasıl kayacağı konusunda bir tartışma olarak görüyor.
Ancak Erdoğan, Atatürk’ün Cumhuriyetinin 100. yıldönümünde Cumhurbaşkanı olmayı ne kadar isterse istesin, arkasında bıraktığı toplumun ve demokratik kurumların durumuyla yargılanacaktır.”
*** Bu yorumların hepsi ilgili gazetelerin 4 Haziran 2013 sayılarında yayımlanmıştır.
*** Yukarıdaki yorumların çevirileri bana aittir.
Share this post / Bu yazıyı paylaşın: