Büyükler İçin Boyama Kitabı’yla Hayallerinizi Rengarenk Boyayın!

Hepinize merhaba! 🙂 Hafta sonuna girerken sizlere eğlenceli bir aktivite önerisine ne dersiniz? Geçtiğimiz günlerde bir akşam iş çıkışında, arkadaşım Özlem’le Drink, Shop and Do adlı kafe-barda yetişkinler için boyama dersine gittik. Bu etkinlik, şu an Londra’da büyük bir trend olmuş durumda. Akımın yaratıcısı, “Esrarengiz Bahçe” kitabının çizeri Johanna Basford kendisini “mürekkebe aşık bir çizer” olarak tanımlıyor. Çizimlerini İskoçya’nın kırsal kesiminde yer alan evinin etrafındaki bitki örtüsünden esinlenerek yapıyor. 2013 yılında basılan kitap, dünya çapında 1 milyondan fazla satış yapmış, 22 farklı dilde yayımlanmış; Türkiye’de de çok satan kitaplar listesine girmiş. Doğrusu büyük başarı! Ayrıca kitabı alıp boyayanlar eserlerini sosyal medyada, özellikle de Instagram’da paylaşıyorlarmış.

Kapıda bizi karşılayan kara tahtamız eğlenceli bir saatin habercisiydi.

Yukarıda da görüldüğü gibi kapıda bizi karşılayan kara tahtamız eğlenceli bir saatin habercisiydi. Gittiğimiz mekan Kings Cross’ta bulunan Drink, Shop and Do (İç, Satın Al ve Yap) idi ve sağ olsun etkinliği ücretsiz düzenledi. Keçeli kalemleri ödünç verdiler, bir saatte bitiremeyeceğimiz kadar çok boyama sayfası dağıttılar. Normalde keçeli kalem arka sayfaya iz bıraktığı için kitap boyuyorsanız pek tavsiye etmem ama biz orada tek tek yapraklara boyama yaptığımız böyle bir sorun yaşamadık. Pastel boyanın ucu böyle ince çizgili boyamalar için çok kalın, sulu boya da arkaya geçirir, dolayısıyla bu tarz boyamada en iyi araç kaliteli, canlı renklere sahip kuru boya olsa gerek.

Zaten resim yeteneği olan arkadaşım boyama işini sevdi. (Fotoğraf: Filiz Taylan Yüzak)

Zaten resim yeteneği olan arkadaşım boyama işini sevdi. (Fotoğraf: Filiz Taylan Yüzak)

Mekanın internet sitesinde etkinliğin bir saat süreceği yazılı olduğu için kendimizi ona göre ayarlamıştık. Ama bir saatte tabii ki bir sayfayı bile bitiremedik! Açlıktan ölmeseydik daha da kalacaktık, millet daha duruyordu. Ama yemek fikri galip geldi ve mekandan çıktık.

IMG_5091

Boyalarım, biram ve ben… (Fotoğraf: Filiz Taylan Yüzak)

Harıl harıl boyarken biz :) (Fotoğraf: Filiz Taylan Yüzak)

Harıl harıl boyarken biz 🙂

Arkadaşım Özlem'in bitmiş eseri harika oldu! (Fotoğraf: Özlem Atak)

Arkadaşım Özlem’in bitmiş eseri harika oldu! (Fotoğraf: Özlem Atak)

Drink, Shop and Do'da satılan yetişkinler için boyama kitapları... (Fotoğraf: Filiz Taylan Yüzak)

Drink, Shop and Do’da satılan yetişkinler için boyama kitapları… (Fotoğraf: Filiz Taylan Yüzak)

İzlenimlerim neler mi? Çocukluğumun üstünden 20 yıldan fazla zaman geçtiği için, bu boyama işinin ne kadar zevkli olduğunu unutmuşum!  Gerçekten boya yapmak insanı günlük hayatın stresinden ve dertlerinden uzaklaştırıyor. Kafayı boşaltıp ruhu sakinleştiriyor. Mutlaka deneyin derim! İlla sosyal bir ortama gerek yok, Basford‘ın yazdığı Esrarengiz Bahçe’yi buradan alıp evinizin konforunda boyama yapabilirsiniz. Türkiye çıkışlı Büyükler İçin Boyama Kitabı‘nı da buradan satın almak mümkün. Hele de yanında kafanıza göre güzel bir müzik ve içecek olursa, değmeyin keyfinize! 🙂 Sosyal olmak istiyorsanız, arkadaşlarla bir evde toplanıp boyama günü ya da gecesi bile yapabilirsiniz. Neden olmasın? Çocukları olanlar onlarla boyayıp boyun saatlerini kendilerinin de zevk aldığı bir şey yaparak doldurabilirler 🙂

IMG_5089

Drink, Shop and Do’nun dış görünüşü… (Fotoğraf: Filiz Taylan Yüzak)

Boyama etkinliğinin gerçekleştiği, özgün bir konsepte sahip kafe-bardan da biraz bahsedeyim. Yukarıda fotoğrafı görülen mekan 2010 yılında açılmış. Burada bir kısmı ücretli, bir kısmı ücretsiz olmak üzere, değişik konularda (genelde güzel sanatlar ve dans alanlarında) etkinlikler düzenleniyor. Burada robot yapmayı, çizgi roman karakteri çizmeyi, Beyonce gibi dans etmeyi öğrenebilirsiniz!

Gündüzleri kafe olarak hizmet veren mekan akşamları bara dönüşüyor, dolayısıyla belli bir saaten sonra alkollü içki servisi var. Girişteki dükkan kısmından alışveriş yapılabiliyor. Estetik objeler, kitaplar, Londra ile ilgili değişik, hediyelik eşyalar satılıyor.

Mekanın girişi ve dükkan bölümü...

Mekanın girişi ve dükkan bölümü…

Burası küçücük bir yer, ama Noel partilerini burada düzenleyen şirketler, bekarlığa veda partisini burada gerçekleştiren gelin adayları bile varmış. Dolayısıyla bir nevi sosyalleşme merkezi denebilir. Gözlemlerime göre daha çok 20’li ve 30’lu yaşlarındaki genç kadınların takıldığı bir yer Drink, Shop and Do. Ama gruplar içinde az sayıda erkek de yok değildi. Gitmek isteyenler için adres ve saat bilgisi aşağıda…

Drink, Shop and Do'nun ana salonu...

Drink, Shop and Do’nun etkinliklerinin gerçekleştiği ana salon…

Adres: 9 Caledonian Road, Kings Cross, London, N1 9DX

Açık olduğu saatler: 

Pazartesi-Perşembe: 10:30-00:00
Cuma: 10:30-02:00
Cumartesi: 10:30-02:00
Pazar: 10:30-20:00

Hepinize rengarenk hayallerle boyanacak mutlu bir haftasonu dilerim! 🙂

Peki Ama Kim Bu Grayson Perry?

Grayson Perry İngiliz bir çağdaş sanatçı. Hem de Turner Ödüllü. Ben adını duymuştum ama kendisiyle ilgili fazla bilgim yoktu açıkçası. Channel 4 adlı İngiliz TV kanalına yaptığı belgeselde anlattığı yapıtlarını şu an  “Who Are You?” (Sen Kimsin?) başlığı altında, Londra’da bulunan Ulusal Portre Galerisi’nde görmek mümkün.

himself art fund

Kendisi…

Sözkonusu ücretsiz sergide genelde 2014 yapımı 14 eser var. Perry’nin bu çalışmalarının ortak özelliği, kimliğini değiştiren veya kimliği değişen, “sıradan insanları” ele alması: bunlar arasında Müslüman olan bir İngiliz kadın, cinsiyetini değiştiren ve erkek olan bir genç, iki eşcinsel babanın kurduğu bir aile, gözden düşen ve itibarını kaybeden bir politikacı, bir Alzheimer hastası da bulunuyor. Perry’nin çalışmalarıyla ilgili kendi ağzından yazılan açıklamalar, gerçek insan hikayeleri üzerinden milliyetçilik, aile, din, cinsiyet gibi kavramları sorgulatıyor. Bu kavramlara meydan okuyor da denebilir. Perry bu kişilerin her biriyle 3-4 gün geçirerek onları anlamaya çalışmış. Eserlerin biçimleri de özgünlükleriyle dikkat çekiyor: minyatür bir portre, duvar dokuması, heykeller, çanaklar, vazolar… Kullandığı malzemeler de enteresan: ipek, pamuklu kumaş, pirinç, fotoğraf…

Galeri bu mini-sergiyi müzenin daimi koleksiyonunun arasına gizleyerek oyunbaz ve zekice bir iş yapmış. Böylece bazı eserleri bulmak için deyim yerindeyse bir define avına çıkmak gerekiyor. Eserlere ulaştığınızda ise yanındaki eski portrelere de bakınca, sanatın geçmişten günümüze değişimine, farklı evrelerine tanık oluyorsunuz.

Bu hissin en yoğun yaşandığı, eser Factor ve Celebrity Big Brother gibi yetenek yarışmalarında birkaç yıl önce finale yükselen Rylan Clark’ın mini portresiydi. 26 yaşındaki Clark’ın havalı bir görünüşü var ama sesi için aynı şey söylenemez! Buna rağmen kendisi şu an bu yarışmaların yarattığı sanal balonun sözde kazananlarından biri. Andy Warhol’un “Bir gün herkes 15 dakikalığına ünlü olacak” sözünü geçerli kılan televizyon çağının yeni yıldızlarından. Çok kısa sürede ünlü olmuş, birçok hayranı var ve magazin basınında bugün hala haberleri çıkıyor. Şu an bu şovlardan birinin sunuculuğunu yapıyormuş. Memleketi, Londra’nın kuzeydoğusunda bulunan ve aksanıyla sık sık dalga geçilen Essex bölgesi. Portresi ise “The Earl of Essex” (Essex Kontu) adını taşıyor. Perry bu eserinin altındaki açıklamasında içinde yaşadığımız dönemin aristokratları ünlülerdir diyor. Bu yüzden Rylan’a Essex Kontu adını takmış ve eski dönemin aristokratları gibi portresini yapmış. Rylan’ın fiziksel özellikleri dikkat çekici, masmavi gözleri, kabarık saçları, (burada görünmese de) bembeyaz dişleri var. Perry onun “çıtkırıldım bir asilzadeyi” hatırlattığını söylerken haksız sayılmaz. Portreyi neden minik yaptığını ise şöyle açıklıyor: “21. yüzyıla ait ünlü portrelerinin doğal tuali cep telefonu ekranlarıdır.”

more_miniature_rylan

“The Earl of Essex”, 2014

Sergide beni en çok etkileyen eser, aşağıda görebileceğiniz “Comfort Blanket” (Konforlu Battaniye) oldu. Bunun gibi pop-art’ı çağrıştıran, renkli, karmakarışık ve çılgın eserleri seviyorum. Ama bu yapıtın asıl çekiciliği, İngiliz olmanın ne demek olduğu yorumundan ileri geliyor. Perry, halıdan dokuduğu ve bir duvarı tamamen kaplayan bu “banknotun” üzerine İngiliz kültürünü ve kimliğini nakış nakış işlemiş. İngiltere banknotlarında fotoğrafı bulunan 88 yaşındaki Kraliçe II. Elizabeth, İngiliz kültürünün yapı taşlarından biri olarak bu banknotta da yerini almış.

"Comfort Blanket", Grayson Perry, 2014

“Comfort Blanket”, 2014

Tabii ki buradan aralardaki küçük yazılar anlaşılmıyor. Ama Perry’nin İngiliz kültürünü genelde sevilen yönleriyle yansıttığı söylenebilir: çay, “fish and chips”, İngiliz bayrağı, sızlanma, Shakespare, Hint yemekleri, yağmur, David Bowie gibi İngiliz sanatçılar, özgürlük… Açıklamasında Perry insanların bu ülkeye istikrar, güvenlik ve hukukun üstünlüğü için göç ettiğini söylüyor ve “bundan gurur duymamız gerekli” diyor. Eh, haksız da değil. Peki bu çalışmanın adı neden “Konforlu Battaniye”? Macar bir arkadaşının buraya göçen annesi, İngiltere’yi sarınabileceğiniz bir “güvenlik battaniyesi” olarak tanımlarmış da ondan.

İlginç bulduğum çalışmalardan biri de “Memory Jar”dı (Hatıra Kavanozu). Bu vazo Alzheimer hastası bir adamı ve karısını gerçek aile fotoğraflarıyla birlikte resmediyor. Altzy adlı Alzheimer şeytanı da bu fotoğrafları yırtarak adamın hafızasından siliyor.

alz1

“Memory Jar”, 2013

alzh

Altzy, elinde makasıyla hastanın hafızasını yok ederken…

Aşağıda görebileceğiniz “The Ashford Hijab” ise Ashford adlı bir güneybatı kasabasında oturan, 20’li yaşlarında, beyaz ırk mensubu bir İngiliz kadının Müslüman olması üzerine. İpek bir eşarp üzerine işlenen motifler, Batı’nın tüketimi ve cinselliği pompalayan, aşırı içki içen toplumunu geride bırakan, bunun yerine çocuklarıyla birlikte Müslüman “kızkardeşlerinin” desteğine sığınan bir kadının öyküsünü anlatıyor. Bu portre, bana biraz yüzeysel geldi: genç kadının Müslümanlık anlatımından mı yoksa Perry’nin algılamasından mı kaynaklanıyor bilemiyorum. Sonuçta bütün dinler kadının cinsel olarak metalaştırılmasına karşıdır. Kapitalizmin tüketimi pompaladığı doğrudur, ama Batı’da yaşayan herkes bundan nasibini alır veya bundan kaçmak için illa dine sığınmak gerekir gibi öngörüler ne kadar gerçekçi? İngilizler çok içer, ama İngiltere’de yaşayan herkes çok içiyordur gibi bir yaklaşım doğru değil.

2014-11-08-NPG_893_1333_TheAshfordHija

“The Ashford Hijab”, 2014

The Sunday Telegraph gazetesi sanat eleştirmeni Alastair Smart’ın deyimiyle “Çağdaş İngiltere’nin şipşak fotoğrafını” çekmeyi başarmış Perry. “Modern Family” (Modern Aile) adlı çalışma bunun tipik bir örneği: birçok Avrupa ülkesinden sonra geçtiğimiz yıl İngiltere’nin de eşcinsel evliliğini yasallaştırmasıyla 10 yıl öncesine kadar belki hayal edemeyeceğimiz bir aile biçimi görünür hale geldi: eşcinsel evlilikler ve evlat edinilen çocuklar. İngiltere’de bu yasa değişikliğini muhafazakar sağcı hükümetin yapması da takdire şayan. Muhafazakar sağ teriminin Türkiye’deki gibi tanımlanmadığı ve algılanmadığı kesin bir gerçek!

Bu cesur, yeni şeyler söyleyen, eleştirmenlerin beğendiği, kesinlikle postmodern sergiyi gezmek için tam bir haftanız kaldı.

Sergi fikrinin nasıl geliştiğini Grayson Perry’den dinlemek isterseniz buraya buyrun:

National Portrait Gallery: 

Adres: St Martin’s Place London WC2H 0HE

Açılış saatleri: her gün 10.00 – 18.00 (Perşembe ve Cuma akşamları 21.00)                

Fotoğrafçı David Bailey’nin Yıldızlar Geçidi…

Cuma akşamı ne zamandır istediğim bir sergiye sonunda zaman bulup gidebildim: Yaşayan İngiliz fotoğrafçıların en ünlülerinden David Bailey’nin retrospektifi niteliğindeki “Bailey’s Stardust.” Nat King Cole’ün aynı adlı şarkısından bildiğim bu sözcüğün anlamı yıldız tozu, zira sergi adeta bir yıldızlar geçidi… Kimleri çekmemiş ki Bailey? Moda, müzik, sinema ve sanat dünyasının en ünlü, en etkileyici isimleri, onun kadrajından gelip geçmiş bir bir. İlk aklıma gelenler Vivienne Westwood, Kate Moss, Salvador Dali, Henri Cartier-Bresson, David Bowie, Andy Warhol, Rolling Stones, Paul McCartney, John Lennon, Ringo Starr, Bob Marley, Beyonce, Jack Nicholson, Francis Bacon… Sade ama etkileyici bu portreler, İngiltere, Avrupa ve Hollywood sanat hayatının son 50 yılının özeti niteliğinde. Bazı portrelerin özneleri son derece doğal ve iddiasızken, bazıları ise göz kamaştırıcı bir cazibeye sahip veya kokoş denebilecek derecede süslüler.

Sadece ünlüler mi? 76 yaşındaki fotoğrafçının 1984’te Sudan’a, 1985’te Afrika’nın doğusuna, ayrıca Papua Yeni Gine, Avustralya, Hindistan ve yaptığı gezilerden derledikleri de kendi elleriyle seçtiği 19 kategoride sergilenen bu 250 fotoğraf arasında yerini almış. 1980’li yıllarda Sudan’daki iç savaş ve açlık nedeniyle komşu ülke Etiyopya’daki göçmen kamplarına kaçan insanların çaresizliğini çok iyi yakalamış.

Amatör bir gözlemci olarak sergide ilk dikkatimi çeken şey, fotoğrafların genelde renksiz olarak ve düz beyaz fona çekilmesi nedeniyle öznesinin ifadesine odaklanmayı kolaylaştırması oldu. Ama bununla yetinmemiş Bailey, sanatsal kompozisyonlar da tasarlamış.

Bailey ayrıca flu çekilen fotoğrafların da bir sanat eseri olabileceğini kanıtlamış. Sergide fotoğraf çekmek yasak olduğu için burada örneğini veremiyorum. İnternette de o fotoğrafı maalesef bulamadım.

Bailey az sayıda da olsa heykel dalında da ürün vermiş bir sanatçı. Özellikle 2010’da yaptığı, Andy Warhol’un kafatasını resmeden büstüne bayıldım. “Ölü Andy” adlı büstte, Warhol’un tema olarak 1960’lı yıllarda çok kullandığı meşhuuur Campell marka teneke kutularından çıkan fasulyeler sanatçının kafasını, teneke kutunun kendisi ise vücudunu oluşturmuş.

Image

“Ölü Andy”, 2010, © David Bailey

Sözü daha fazla uzatmadan fotoğraflara geçeyim ki, yazdıklarım havada kalmasın…

Sergiden seçtiğim fotoğraflar:

Image

Ünlü İngiliz modacı Alexander McQueen burda o kadar neşeli ki bu fotoğraf beni hüzünlendirdi. Acaba bu pozu verirken bir gün kendini öldüreceğini de biliyor muydu? © David Bailey

Kült sanatçı David Bowie, Susan Sarandon’a sarılıyor. İlginç bir ikili… 1982, © David Bailey


Rolling Stones, renklere dikkat! 1968, © David Bailey

Rolling Stones, renklere dikkat! 1968, © David Bailey

Image

Serginin kitabının kapak tasarımını yapan, dünyanın en zengin sanatçısı unvanlı İngiliz “artiz” Damien Hirst, buzağı iskeletiyle… 2004, © David Bailey

Büyük ilgi gören sergi, üye olduğum ve pek bir sevdiğim, meşhur Trafalgar Meydanı’nda bulunan minik portre galerisi National Portrait Gallery’de 1 Haziran’a dek görülebilecek.

Ayrıntılı bilgi için: David Bailey

Kusama: beneklerin efendisi

Eyüp’te geçtiğimiz birkaç yıl içinde açılan Santralİstanbul enerji müzesinin mimari yapı ve işlevi bakımından model aldığı Londra’daki Tate Modern müzesi bugünlerde farklı ve ilginç bir sergiye evsahipliği yapıyor: 82 yaşındaki Japon sanatçı Yayoi Kusama’nın yapıtlarından oluşan bir retrospektife. Sanatçı diyorum, çünkü yalnızca resim değil, yerleştirme, heykel ve edebiyat alanında da eserler vermiş bir kadın Kusama.

Çocukluğundan bu yana rahatsız edici sanrılar gören ve 1977’den bu yana kendi isteğiyle akıl hastanesinde kalan Kusama, bu sergi nedeniyle – ya da sayesinde – Japonya’dan 12 yıldır ilk kez çıkarak İngiltere’ye gelmiş oldu. En ayırdedici özelliğinin ABD yıllarında arkadaşlarıyla 1968 yılında çektiği “Kusama’s Obliteration” (Kusama’nın Kendisini Yok Etmesi) adlı kısa filminde ve birçok tualinde kullandığı beneklere olan merakı olduğunu söylemek yanlış olmaz. Barış ve sevginin simgesi haline getirdiğini söylediği bu benekleri yaşlanınca giysilerine, hatta tekerlekli sandayesine taşımış olan Kusama, orta sınıf ve kırsal kesimde yaşayan, ataerkil bir Japon aileden geliyor. Kendisiyle yapılan röportajların birinde annesinin çocukken “Sen kızsın, zengin bir adamla evlenip ev hanımı olacaksın, resim yapma.” diyerek boyalarını elinden aldığını anlatıyor Kusama. Ne diyelim, bazı şeyler dünyanın her yerinde aynı, ya da doğunun her yerinde!

1950’li yıllarda yaptığı ilk resimlerinde bariz bir Miro etkisi görülen Kusama, Andy Warhol’u bile etkilemiş, zira 1960’lı yıllarda New York sanat sahnesinde önemli bir figürdü ve Warhol’la da arkadaştı.

kusama portrait

Kusama’nın gençliği…

Kusama’nın kendisini erkeklerin egemen olduğu Batılı sanat dünyasında bir kadın, ABD’de yaşayan bir Japon ve kendi saplantılı dürtüleriyle hayatını sürdüren, “nörotik semptomlarının kurbanı” bir birey olarak dışlanmış hissetmesinin izlerini çalışmalarında da sürmek mümkün.

Kariyeri boyunca kendisini ve tarzını sürekli yenilemesiyle saygıyı bir kez daha hak eden Kusama şu anda Japonya’nın en ileri gelen çağdaş sanatçısı konumunda. Tate Modern’daki serginin küratörü Frances Morris, Kusama’yı bugün yaşayan en ilginç, en dikkat çekici ve en büyüleyici sanatçılardan biri olarak tanımlıyor.

iida-yayoi-kusama1

Kusama ve meşhur kırmızı benekleri…

Sanatçının “Infinity Net” (Sonsuzluk Ağı) serisinde yaptığı resimleri 2008 yılında 5,1 milyon dolara satıldı ki bu yaşayan bir kadın sanatçı için rekor düzeyinde bir rakam.

Serginin birçok kişi gibi beni de en çok etkileyen iki çalışmasından biri, 2000 tarihli “I’m Here, But Nothing” (Buradayım, ama hiçbir şey). Burada Kusama’nın olduğunu hayal edebileceğimiz, resim çerçeveleri ve küçük vazolar, sürahiler, beş kişilik hazır bir sofra, dergiler, gazeteler, kitaplar ve rahat görünen bir kanepeyle kişiselleştirilmesi başarıyla tamamlanmış bir oturma-yemek odası var. Ama bu herhangi bir salon değil. Rengarenk beneklerle süslenmiş, mor ışıkların hakim olduğu bir salon. Üstelik köşedeki küçük, tüplü televizyonda da Kusama türkü çığırıyor.

kusama-photocredit-lucy-dawkins-tate-photography-011b

I’m Here, But Nothing”

“Filled with the Brilliance of Life” ise bence bir başyapıt. Kusama daha önce de birçok “sonsuz ışık” yerleştirmesi yapmış, ancak bu sergi için özel olarak 2011 yılında tamamladığı bu çalışma, türünün en geniş örneği. Burada renk değiştiren ampuller sihirli denebilecek aynalarla sonsuz bir alan yaratıyor önünüzde, arkanızda, yanınızda. Karanlığı aydınlatan bu minik renkli ampuller sayıca o kadar çoklar ki, sizin dünyada ne kadar küçük bir nokta olduğunuzun kanıtı adeta. Işıkların yanıp sönmesi, aslında birbirine yakın olan yaşam ile ölümü simgeliyormuş. Yürüdüğünüz alanın yanına yerleştirilen sular ise, denizi çağrıştırıyor. Renk oyunları ve kombinasyonları geceyle gündüzü, yazı ve kışı, denizi, göklerin binbir yüzünü gösteriyor.

Yayoi-Kusama-Infinity-Mirrored-Room-Filled-with-the-Brilliance-of-Life-2011.-Tate-Modern-Retrospective1

Finalde serginin bence en etkileyici eseri yer alıyordu: “Filled with the Brilliance of Life”

Bu güneşli günlerinden faydalanır da bahar aylarında Londra’ya gelirseniz eğer, 5 Haziran’a kadar açık kalacak ve İngiltere’deki en büyük Kusama sergisi niteliğini taşıyan bu görsel şöleni de gezi planınıza dahil edin. Pişman olmayacaksınız.

*** Sözkonusu sergi, 12 Temmuz-30 Eylül tarihleri arasında da New York-Whitney Museum of American Art yolcusu.

www.tate.org.uk/modern/exhibitions/yayoikusama/